Çarşamba, Şubat 15, 2006

NUR İÇİNDE YAT ANZAK'LI ÖMER!

YASANMIS BIR OYKU (Bu yasanmis oykuyu aktaran, sayin Dr. Omer Musoglu 85 yasindadir ve halen Istanbul Moda`da oturmaktadir.)
1957 yilinda Istanbul Tip Fakultesi`nden mezun olup ihtisas yapmak uzere ABD`ye gitmistim. Gorev yaptigim hastahanede basimdan geçen ilginç bir hadiseyi soyledir:
Amerika`ya gittigim ilk yillar... New York`da Medical Center Hospital`da gorev almistim. Fakat vazifem kan almak, kan vermek, serum takmak, elektrokardiyografi çekmek gibi isler... Yeni gelmis doktorlar hemen dogrudan hasta muayenesine, tedavisine verilmiyor.
Diger zamanlarda da laboratuvarda çalisiyorum. Bir hastaya gittim.
Yaslica bir adam, tahminen yetmis bes yaslarinda. 'kan verecegim kolunuzu açar misiniz?' dedim. Adamcagiz kanserdi ve ayni zamanda kansizdi. Kolunu açtim, baktim pazusunda Turk bayragi dovmesi var. Çok ilgimi çekti, kendisine sormadan edemedim: 'Siz Turk musunuz?' Kaslarini yukariya kaldirarak 'hayir' manasina bir isaret yapti. Ama ben hala merak ediyorum. 'Peki bu kolunuzdaki Turk bayragi nedir?' 'Aldirma oylesine bir sey iste.' dedi.
Ben yine israrla: 'Fakat benim için bu çok onemli, çunku bu benim milletimin bayragi, benim bayragim...' Bu soz uzerine gozlerini açti.
Derin derin yuzume bakti ve mirlti halinde sordu:
'Siz Turk musunuz?'
-Evet Turk`um.
Ihtiyar gozlerime tanidik bir goz ariyor gibi bakti. Anlatmaya basladi:
'Yil 1915. Çanakkale diye bir yer var Turkiye`de. Orada savasmak uzere butun Hiristiyan devletlerden asker topluyorlardi. Ben, Avustralya Anzaklarindandim. Ingilizler bizi toplayip dediler ki:
'Barbar Turkler Hiristiyan dunyasini yakip yikacaklar. Butun dunya o barbarlara karsi cephe açmis durumda. Birlik olup uzerlerine gidecegiz. Bu savas çok onemlidir.' Biz de inandik sozlerine ve savasmak isteyenler arasina katildik.
Beynimizi yikayan Ingilizler Turklere karsi topladigi askerlerin tamamini Çanakkale`ye sevk ediyormus. Bizi gemilere doldurup Misir`a getirdiler, orada birkaç ay talim gorduk, sonra da bizi alip Çanakkale`ye getirdiler.
Savasin siddetini ben ilk orada gordum. Oyle ki denize dusen gulleler sulari metrelerce yukari fiskirtiyor, gokyuzunde havai fisekler geceyi gunduze çeviriyordu. Her taarruzda bizden de Turklerden de yuzlerce insan hayatinin baharinda can veriyordu.
Fakat biz hepimiz Turklerdeki gayret ve cesareti gordukçe sasiriyorduk. Teknolojik yonden çok çok ustun oldugumuz gibi sayi bakimindan da fazlaydik. Peki onlara bu cesaret ve kuvveti veren sey neydi? Ilk baslarda zannediyordum ki Ingilizlerin bize anlattigi gibi Turkler barbarliktan boyle saldiriyorlar: Meger bu barbarliktan degil yureklerindeki vatan sevgisinden kaynaklaniyormus.
Biz karaya çiktik. Taarruz edecegiz, bizi puskurtuyorlar. Tekrar taarruz ediyoruz, bizi yine puskurtuyorlar. Tekrar taarruz ediyoruz... Derken boyle bir taarruzda basimdan yedigim bir dipçik darbesiyle kendimden geçmisim. Gozlerimi açtigimda kendimi yabanci insanlarin arasinda buldum. Nasil korktugumu anlatamam. Ingilizler bize Turkleri barbar, vahsi kimseler olarak tanitti ya... Ama dikkat ettim, bana hiç de ofkeli bakmiyorlar, yaralarimi sarmislar. Iyice kendime gelince bu defa çantalarinda bulunan yiyeceklerinden ikram ettiler bana. Iyi biliyorum ki onlarin yiyecekleri çok çok azdi. Bu haldeyken bile kendileri yemeyip bana ikram ediyorlardi. Şok oldum dogrusu. Dedim ki kendi kendime: 'Bu adamlar isteseler beni su anda oldururler ama oldurmuyorlar, beni doyuruyorlar. Veyahut isteseler onceden oldurebilirlerdi. Halbuki beni cephenin gerisine goturduler.' Biz esirlere misafir gibi davraniyorlardi. Bu duygularla `Yaziklar olsun bana` dedim. Boyle asil insanlarla ben niye savasiyorum, niye savasmaya gelmisim? Bu Ingiliz milleti ne yalanciymis, ne kadar Turk dusmaniymis` diyerek pisman oldum. Ama bu pismanligim fayda etmiyor ki... Bu iyilige karsi ne yapsam diye dusundum durdum gunlerce.
Nihayet bizi serbest biraktilar.
Memleketime dondum. Iste memlekette Turk milletini omur boyu unutmamak için koluma bu Turk bayragi dovmesini yaptirdim. Bu bayragin esrari bu iste.' Benim gozlerim dolu dolu ihtiyara bakarken o devam etti: 'Talihin cilvesine bakin ki o zaman olmek uzereyken yaralarimi iyilestirerek sihhate kavusmama çaba sarfeden Turklerdi. Simdi de Amerika gibi bir yerde yillar sonra yine iyilestirmeye çaba sarfeden bir Turk... Ne garip degil mi? Avustralya`dan Amerika`ya gelirken bir Turkle boyle karsilasacagimi hiç tahmin etmezdim. Siz Turkler gerçekten çok merhametli insanlarsiniz. Bizi hep kandirmislar, buna butun kalbimle inaniyorum.' Bu sozlerin ardindan nemli gozlerle 'Bana adinizi soyler misiniz?' dedi.
'Omer' cevabini verdim. Merakla tekrar sordu: 'Peki niçin Omer ismini vermisler sana?'
-Babam Muslumanlarin ikinci halifesinin isminden ilham alarak bana Omer adini vermis.
-Senin adin Musluman adi mi?
Ben, 'Evet, Musluman adi.' deyince yuzume bakti, dogrulmak istedi.
Onun yatakta oturmasina yardim ettim. Gozleri dolu doluydu. Yuzume bakarak dedi ki: 'Senin adin guzelmis. Benim adim simdiye kadar Josef Miller` simdiden sonra 'Anzakli Omer' olsun.' 'Olsun' dedim.
-Peki hekim beni Musluman eder misin? Musluman olmak zor mu?
Sasirdim, nasil da birdenbire Musluman olmaya karar vermisti? Meger o bunu hep dusunuyormus da kimseyle konusup soramadigi için gerçeklestirememis. 'Tabii' dedim. 'Musluman olmak çok kolay.' Sonra kendisine imanin ve Islam`in sartlarini anlattim, kabul etti. Hem kelime-i sehadet getiriyor, hem de agliyordu. Mirildandi: 'Siz Muslumanlar tesbih çekersiniz, bana da bir tesbih bulsan da ben de yattigim yerden tesbih çekerek Tanri`yi ansam olur mu?' Bu sozden de anladim ki dedelerimiz savas esnasinda Tanri`yi zikretmeyi ihmal etmiyormus. Sonrasinda bir tesbih bularak kendisine getirdim.
Hasta yataginda tesbih çekiyor, biz de tedavisiyle ilgileniyorduk.
Bir gun yanina gittigimde samimi bir sekilde rica etti: 'Beni yalniz birakma olur mu?'
-Ne gibi Omer amca?
-Ara sira gel de bana Islam`i anlat! Sen çok guzel seylerden bahsediyorsun. O sozleri duydukça kalbim ferahliyor.
O gunden sonra her gun yanina gittim, bildigim kadariyla dinimizi anlattim. Fakat gunden gune eriyip tukeniyordu. Kaç gun geçti tam hatirlamiyorum, hastanenin genel hoparlorunden bir anons duydum:
'Doktor Omer, lutfen, 217 numarali odaya gelin!' Hemen yukari çiktim. Omer amcanin odasina vardigimda gordugum manzara aynen soyleydi: Sag elinde tesbih, açik duran sol kolunun pazusunda dovme Turk bayragi, gogsunde imaniyla koskoca Anzakli Omer son anlarini yasiyordu.
Hemen basucuna oturdum, kendisine kelime-i sehadet soylettim, o sekilde kucagimda ruhunu teslim etti...


Ne yalan soyleyeyim agladim, agladim...


Nakleden: KKTC Kurucu Cumhurbaskani Rauf DENKTAS, Yenicag Gazetesi,

1 yorum:

Adsız dedi ki...

Beni de ağlattın be çocuk... Nereden nereye geldik ya, hale bak...